REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY- 2 /ÇÖZÜM

En son yazdığım (REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY) yazısından sonra teşhis yapmışsın ama çözüm noktalarını da yazmalısın şeklinde yorum yapan arkadaşlar oldu. Bu yazımda da çözüm yollarını özetleyen beş maddelik bir yazı yazdım. Geliştirilebilecek bir yazı, okuduktan sonra yorum kısmında yorum yapmanız dileğiyle okumalar! 1.Kapitalizmin Yarattığı Bireyselleşme ve Rekabetin Aşılması: Kapitalizmin bireyi yalnızlaştıran rekabetçi yapısını aşmanın yolu, dayanışmacı ve kolektif bir bilinç geliştirmektir. Karl Marx, kapitalizmin bireyleri yalnızlaştırarak onları ekonomik çıkarlar doğrultusunda birer araç hâline getirdiğini söyler. Bunun yerine Marx’ın önerdiği çözüm, kolektif mücadelenin ve sınıf bilincinin gücülendirilmesidir: "Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar; oysa asıl mesele onu değiştirmektir." Bu bağlamda, bireyler yalnızca bireysel başarıya odaklanmak yerine, toplumsal dayanışmayı esas alan bir yaşam biçimi geliştirmelidirler. Örneğin, 20. yüzyılda işçi sendikalarının gücü sayesinde kazanılan haklar, kolektif hareketlerin ne kadar etkili olabileceğini göstermektedir. Dayanışmacı topluluklar oluşturmak, sistemin yarattığı yalnızlığı kırarak bireyi gücülendirebilir. 2.Meta Fetişizmine Karşı İnsan Değerinin Yeniden Tanımlanması: Kapitalist sistemin bireyi yalnızca piyasa değeri üzerinden tanımlaması, insanın içsel değerini göz ardı etmesine neden olur. Erich Fromm, insanın yalnızca ekonomik bir varlık olarak değil, yaratıcı ve özgür bir birey olarak gelişmesi gerektiğini vurgular: "İnsan, sahip olduklarıyla değil, varoluş biçimiyle anlam kazanır." (Erich Fromm) Tüketim toplumu, bireyi daha fazla kazanma ve harcama döngüsüne sokarak kimlik oluşturmasını mal varlığına bağlar. Ancak tarihsel olarak, minimalist yaşam tarzını benimseyen filozoflar ve sanatçılar, bize insanın maddi varlıklar dışında da anlam bulabileceğini göstermektedir 3.Performans Toplumunun Baskılarından Kurtulma: Foucault’nun "biyo-politik denetim" kavramı, bireyin kendini sürekli bir performans baskısı altında hissettiğini gösterir. Günümüz dünyasında bu baskıyı aşmanın yolu, sürekli "en iyi versiyon olma" zorunluluğunu sorgulamaktan geçer. Modern iş dünyasında "burnout" (tükenmişlik sendromu) bu baskının doğrudan bir sonucudur. Japonya'daki "karoshi" (aşırı çalışmaktan kaynaklı ölüm) vakaları, bireyin kendini ne kadar çalışmaya adarsa adasın, sonunda sistemin onu bir kaynak gibi tükettiğini gösterir. Bu nedenle, bireylerin sürekli "daha iyi olmalıyım" baskısından kurtulup, kendilerini oldukları hâliyle kabul etmeleri ve anlamlı ilişkiler kurmaları önemlidir. İnsanın kendi değerini, sahip olduğu maddi unsurlar yerine, manevi gelişimi ve ilişkileri üzerinden tanımlaması gerekir. Bu, tüketim toplumunun birey üzerindeki psikolojik baskısını hafifletebilir. 4.Depresyon ve Modern İtaat Biçiminin Aşılması: Depresyon, modern insanın içselleştirdiği başarısızlık duygusuyla beslenen bir durumdur. Sistem, bireyin mutsuzluğunu kişisel bir sorun gibi göstererek, toplumsal nedenleri göz ardı etmesini sağlar. Bu durum, "Fight Club" filmindeki anlatıya benzetilebilir: ana karakter, tüketim odaklı yaşam tarzı ve kurumsal baskı altında ezilirken, sistemin dayattığı bireyselleşme ve mutsuzluk döngüsünü sorgulamaya başlar. Depresyonun bireysel bir sorun olmadığını anlamak, bireyin kendini daha bilinçli ve farkındalıklı bir şekilde yeniden inşa etmesine yardımcı olabilir. Sistem, bireyin mutsuzluğunu kişisel bir sorun gibi göstererek, toplumsal nedenleri göz ardı etmesini sağlar.İnsanın özgürlüğünü kazanması için kendi varoluşunu sorgulaması gerekir. Şimdi adını hatırlamadığım bir film repliğinde şöyle bir cümle kurulmuştu. "İnsan, yalnızca kendi içine kapanarak değil, dünyayla bağ kurarak var olur." Bu yüzden, depresyonun bireysel bir başarısızlık olmadığını, sistemin dayattığı yarışın bir sonucu olduğunu anlamak gerekir. Çözüm, bireyin kendini suçlamak yerine, içinde bulunduğu koşulları analiz edip sistemin çarpıklıklarını fark etmesinde yatar. 5.Siyasetin Halktan Kopması ve Kolektif Bilincin Geliştirilmesi: Siyasetin bir gösteriye dönüşmesi ve halkın siyasal süreçlerden dışlanması, toplumsal değişimi engelleyen temel sorunlardan biridir. Antik Yunan'da demokrasinin doğuşunu düşünelim: Atina demokrasisinde yurttaşlar aktif olarak karar alma sürecine katılıyordu. Oysa günümüzde siyaset, bireylerin seyirci olarak izlediği bir medya şovu haline gelmiştir. Siyasetin bir gösteriye dönüşmesi ve halkın siyasal süreçlerden dışlanması, toplumsal değişimi engelleyen temel sorunlardan biridir. İnsanların siyasete yabancılaşması demokratik katılımı azaltmaktadır. "Özgürlük, yalnızca bir bireysel hak değil, kamusal alanda var olmanın temel koşuludur." Bu yüzden bireylerin, siyaseti bir seyirlik gösteri olarak izlemek yerine, aktif katılım sağlamaları gerekir. Kolektif hareketlerin güçlenmesi, siyasetin tekrar halkın sorunlarına odaklanmasını sağlayabilir SONUÇ Kapitalizmin bireyselleştiren, tüketim odaklı ve performans baskısı yaratan düzenine karşı çözüm, bireyin hem kendini hem de içinde bulunduğu toplumu sorgulamasından geçmektedir. Bu süreçte: Dayanışma ve kolektivizm bireyin yalnızlığını kıracaktır. İçsel değerlerin keşfi, maddi odaklı yaşamı aşmayı sağlayacaktır. Performans baskısından kurtulmak, bireyin ruhsal sağlığını koruyacaktır. Sistemin bireyi nasıl yönlendirdiğini fark etmek, depresyonu kişisel değil toplumsal bir sorun olarak anlamaya yardımcı olacaktır. Siyasal katılımın artırılması, bireyleri edilgen olmaktan çıkararak toplumu dönüştürme gücü verecektir. Bu, sistemin dayattığı bireyselleşmeyi aşarak, kolektif bir bilinç geliştirme çağrısıdır. Kapitalizmin bireyselleştiren, tüketim odaklı ve performans baskısı yaratan düzenine karşı çözüm, bireyin hem kendini hem de içinde bulunduğu toplumu sorgulamasından geçmektedir. Albert Camus’nün sözleriyle bitirelim: "Başkaldırıyorum, öyleyse varım." (Albert Camus, Başkaldıran İnsan)

Yorumlar

  1. Yüreğine eline sağlık 💐👏👏

    YanıtlaSil
  2. 👏👏👏👏💐💐💐

    YanıtlaSil
  3. İnsani değerlerle devam etmek... Gerçekten bu aşamaya ne ara geldik diye düşünmeden edemiyorum. Sevgi, saygı, güven, emek ne ara lüks oldu. Daha fazlasını kazanmak için ailemizi, komşumuzu, hemserimizi yok saymak ne ara bir normalleşti de... Biz artık parayı önceliği yapmayan değerleri olan insanları bir nimetmiş gibi görmeye başladık. Her yüzyıl kendi zalimlerini var etmiştir. Kötülük de insanın yaratılışından beri hep varolmuştur. Ama bu yüzyıl kadar toplumun içinde normalleştiği bir zaman dilimi hiç okumadım duymadım. Önce içimizi iyi tutalım, önce kendi iç terbiyemize bakalım. Dürüst müyüz verdiğimiz sözde duruyoruz muyuz. Hislerimize düşüncelerimize ifade ettiklerimize göre mi davranıyoruz. Karanlık ve sisle dolu bir bahçede önce kendi toprağımızı temizleyelim. Küçük elimizden geldiği kadar bir cicek ekelim. Bırakalım büyüsün güzelleştirsin etrafını. Onu gören karanlık ve sis utansın halinden. Herkes kendi bahçesini bir gül eksin. Can suyunu eklesin... Güzel günler insanın kendisi ile başlar. Ve bu dünyada ne kadar kavga ve savaş olsa da. İnsan da gönüller de severek fethedilir. İnsan her şeyden önce sevme duygusunu geri kazanmalı.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Burdan Yorum Yapabilirsiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kötülüğün Sıradanlaşması

REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY