TOPLUMSAL EVRİM VE İNSAN

 


Toplumsal evrimler düşünce tarihiyle pararleldir.Toplumların değişimi çift yönlüdür.Değişim dediğimiz kavram ya geriye dönük barbar/ilkellik üzerine kurulu olur ya da insani ve insan yaşantısının olabildiğince özgür olma sınırını genişleten bir yönde oluşur.Düştüğümüz yanılgıda insanı salt varoluşsal/özgür olduğu ve değişimde hangisinden yana tavır aldığı konusunda özgür iradesinin belirleyici olduğu yanılgısıdır.İnsanın kurulu bir düzene geçip rahmani/dini bilgilerle yaşamaya başlaması onun özgür iradesinin önüne geçmiş oldu.İnanç sistemleri kendisine tabi olan insanların iradesini törpüledi.İradesinden çok fantastik korkular/ahiret inancı ile birlikte emir ve buyruk üzerine kurulu bir yaşamda toplumsal değişimin yönü insanın iradesinden uzakta gelişim gösterdi.

Batı dünyasının ileride olmasının bir sebebide budur.Din tahakkümünü azalttıkları her hamle onları insani yaşam ve refah konusunda yükseltti.Ortaçağ dan Yakın çağ’a geçiş toplumsal bir evrimdi.Toplumda sık görülen vebalar yok oldu.30 yıl,100 yıl savaşları durdu.Büyük bir sanayi devrimi ile kendi toplumlarına refahı başka toplumlara acıyı gözyaşıyı getiren sömürgeciliği geliştirdiler.Peki kim sömürüldü?Toplumsal evrim geçirmeyen veya evrimin geriye dönük bir yön aldığı toplumlar sömürüldü.Günümüz Ortadoğu ve 3.Dünya ülkelerine maalesef ülkemize bakmak yeterlidir.Yazının başında temel öznenin insan iradesi olduğunu söyledik.Bu yüzden insan üzerinden durmak gerekiyor.

İnsan beyni merak olgusu üzerine gelişir.Merak eden insan sorular karşısında cevap arayışına girişir.İnsan beyni için herhangi bir cevap, hiç cevap alamamaktan iyidir. Yetersiz veri diye bir şeyle karşılaştığımızda büyük bir rahatsızlık hissederiz. İşte bu yüzden de beyinlerimiz verileri ya kendisi uydurur ya da inanç sistemine göre bir anlama sokar . Görünmeyen dünyada gerçekten de bir düzen bulunduğuna emin olmamız için çok sayıda felsefe, mitoloji ve din oluşturur. Böylelikle en azından bizi düzen varmış yanılgısına düşürür.İnsanların inanç ve davranışlarını anlamak için gelenek, mitoloji ve dinden uzak durulmalıdır. Sadece o zaman, hiçbir önyargı oluşmadan, insanı incelemek mümkün olabilir.

Bir gün bir öğrencisi hahama gitmiş ve, “Eskiden Tanrı’nın yüzünü gören insanlar varmış. Neden artık görmüyorlar?” diye sormuş. Haham da, “Çünkü bugün artık kimse o kadar eğilemiyor,” diye yanıt vermiş. Irmaktan su çıkarabilmek için biraz eğilmek gerekir.İnsanın kendisiyle yüzleşebilmesi onu geliştirecek ve dolayısıyla toplumu ilerletecek bir olgudur.Kendi bilinci ile yüzleşecek her insan kaos yaşar,arayışlara girer ve dünyayı kendi mutluluğu için anlamlandırır.

Bu yüzden her şeyden öte ırmaktan su alırken daha çok eğilip kendimizle yüzleşmemiz gerekir.Kendimizi salt bu dünyanın bir ferdi olarak insan onurunun neresinde olduğumuzu sorduğumuz sürece ömrümüzü manalı geçirmiş oluruz. ''Jung, kişisel gelişim için en büyük fırsatın, tam olarak en çok korktuğunuz ve en çok acı çektiğinizi hissettiğiniz yerde olduğunu söylemiştir.''

Bilinçdışı insan ruhunun baskı altında tutulan isteklere bunlara bağlı düşüncelerin oluşturduğu bilince ulaşmayan bölümü olarak tanımlanır.Bilinçdışından soyutlanmamız ,ruhlarımızdan ,ruhun yaşamından soyutlanmamızla eşanlamlıdır.Kimi zaman olaylar karşısında inanç konusunda sarsılma yaşarız.Bu aslında en net ve en cesur sorgulamaları beraberinde getirir.Öyleki dini  hayatımızın doğmalarının kaybıyla sonuçlanır çünkü bireysel tanrı anlayışımızı bilinçdışında bulur ,tanrılarımızı orada deneyimleriz.Birey bu sorgulamalar neticesinde ya ilerler ya da toplumun baskı unsurlarına yenik düşerek bu sorgulamalar rağmen kendini değistirmez.Toplumun gelişmemesinin nedenide budur iktidarın yarattığı  inanç kültürü korku ile birleşince ruhumuzda birçok istekbbaskı altında tutulur.Bu ruhsal bir esarettir.

Birçok insan iç çatışmayla hiçbir şekilde yüzleşemez. Bu insanlar, egolarının önyargılarına tutunarak ve bilinçdışının sesini bastırarak hayata bir tür yapay birlik dayatırlar. Farklı değerlere veya farklı ihtiyaçlara sahip başka yanlarımız varsa çoğumuz buna kulak vermemeyi tercih ederiz.İnanç sistemimiz tek yönlü bir bakış açısına sokmuştur.

Din adı altında yapılan herşeyi normal hale görme eğilimi doğar.Öyleki yolsuzluğu din adına yapılıyorsa normal görme,8-9 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesi tartışmasını sıradanlaştırma,bilimi reddetme,demokratik teamüllerin yok sayılmasını savunma gibi aslında hiçbir dini kitapta yazılmamış olanlar varmış gibi görünmeye başlar.

Uyuşturan ister alkol, ister morfin, isterse de idealizm olsun, her türlü bağımlılık kötüdür. İyi ve kötüyü ayıramamanın, yaşamı dolu dolu yaşamayı engellediği için bir hastalıktan farkı yoktur.İnsana ve topluma  düşen görev  iyiyi ve kötüyü ayırt  etmektir.

Doğduğumuz dünya çok acımasız, ama aynı zamanda bir güzelliği var. Anlamlı oluşunun mu, yoksa anlamsızlığının mı ağır bastığına karar vermek, insanın yapısına bağlı. Anlamsızlık tümüyle baskın çıksaydı, gelişmek için attığımız her adımda, yaşamın anlamı büyük bir oranda değerini yitirirdi.Tek bir şey söylenebilir.Fanatik bir inanç sistemi hiç kimseye,hiçbir topluma bir yararı yoktur.

Ne yapmalı ? sorusuna umutsuz olmadan insan yakışır bir yaşamı savunmanın savaşını verilmelidir derim.Bu savaşı çevremizde çeperimizde bulunan çıkarcı,gayri ahlaki davranan,rantçı,inanç ve duygu sömürücüsü insanlara karşı başlatmak gerekir..

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY- 2 /ÇÖZÜM

Kötülüğün Sıradanlaşması

REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY