Sistemin İnsan Ögütmesi
Sağlıklı bir toplumun yapısının gelişimini değişimini ve hatta ilerlemesini sağlayan temel dinamik güç karşıtların birliği olarak değerlendirilebilir, diyalektik dediğimiz kavram da zıtlarım birliğidir.Yaşamın döngüsü zıtların çatışması üzerine kuruludur ancak bu rekabet değil hoşgörü üzerinden geçebilmektedir
Psikianalizmin kurucusu Sigmund Freud Karşıt düşünceler her zaman birbiriyle sıkıca bağlantılıdır ve sıklıkla öyle bir biçimde eşleşir ki, bir düşünce aşırı yoğun bir biçimde bilinçliyken karşıtı bastırılmış ve bilinçdışıdır.der
Karşı düşüncelerin birbirini beslemesi pek de kabul edilen bir görüş değildir tam tersi rekabete iten ve sürekli birinin kaybedip birinin kazandığı bir süreçtir.Günümüze geldiğimizde sistemin en güçlü baskın ve aslında yine sistemin gizil iletisi "insanların kendi gelişimlerinden çok rekabete dayalı bir güzellik formu yaşam formu hatta giyim formunu üretmesidir ,yani kendi benliğini kusursuz ve yüce bir sanat eseri olarak sürekli yeniden biçimlendirme yaratma baskısı ve bu baskı içinde sürekli yaşamaya çalışma zorunluluğu sistemin en güçlü baskı aracıdır.
Küçük yaştan başlayarak bizim dışımızdaki herkesi rakibimiz olarak görmeye teşvik edildiğimiz amansız rekabetin olduğu başarı ve daha fazla performans için programlandığımız dayatmacı bir sistem bu. Yetersizlik psikolojisine girmemek için zihinsel ve ruhsal sınırlıklarımızı aralıksız olarak ve ideal ölçülere göre geliştirmeye her daim uyanık olmaya zorlandığımız bir sistem bu. Üstüne üstlük nasıl yaşamamız gerektiği nasıl olmamız gerektiği neler yapmamız gerektiği konusunda sürekli buyruk dinlediğimiz ideolojik/psikolojik emirlerle bazen reçetelerle yönlendirildiğimiz bir sistem bu. Hatta bu sistem o kadar ileri geliyor ki davranış kalıplarını,nerede nasıl oturmamız gerektiğini kadının nasıl yürümesi gerektiğini nasıl oturup konuşması gerektiğini belirleyen bir sistem bu.
1933 yılında “İnsanları savaş belasından kurtarma” konulu bir araştırma nedeniyle Einstein’ın kendisine yazdığı mektuba Freud şu yanıtı vermiştir: “İnsanları savaşa sürüklemenin bu kadar kolay olmasına şaşırıyorsunuz ve bundan insanların içindeki savaşa yönelik arzuyu karşılayan aktif bir olgunun, bir nefret ve yok etme içgüdüsünün var olduğu sonucunu çıkarıyorsunuz. Bu konu ile ilgili çok sayıdaki denememizden ve kararsızlığımızdan sonra ulaştığımız sonuca göre insan içgüdülerini iki kategori altında toplayabiliriz: Bir taraftan korumak ve birleştirmek isteyen içgüdüler: bunları cinsel olarak adlandırıyoruz. Diğer taraftan yok etmek ve öldürmek isteyen içgüdüler: bunları saldırgan güdü veya yok edici güdü terimleriyle karşılıyoruz. Bu güdülerin her ikisi de aynı derecede gerekliler; bu güdülerin birleşik veya çelişik eylemlerinden yaşam oluşur. Oysa, bu iki kategoriden sadece birinin yalnız başına etkin olması çok güç görünüyor; bizim kendi ifademizle bu iki kategoriden her biri her zaman amacını değiştiren veya duruma göre amacına ulaşmasını sağlayan diğerine bağımlıdır. Örneğin koruma içgüdüsü mutlaka cinsel yapıdadır; ama tam da bu içgüdü eğer arzularını gerçekleştirmek istiyorsa saldırganlığa başvurmak zorunda kalabilecektir. Aynı şekilde aşk içgüdüsü sonuçta aşkının nesnesine ulaşmak istiyorsa belirli bir oranda sahip olma içgüdüsüne gereksinimi vardır. Ve bizi uzun süre bu içgüdüyü tanımaktan alıkoyan şey, oluşumları içinde bu iki tür içgüdüyü birbirinden ayırt etme zorluğudur.” Sahip olma arzusu temel bir içgüdüdür ve bu da kaçınılmaz olarak rekabete ve savaşa yolaçmaktadır. Freud’un bu yanıtında bence en dikkati çeken saptama cinsel dürtülerin doğrudan sahip olma arzusuna yol açtığını belirtmesidir. Bu da insanlardaki her şeye sahip olma şeklindeki hastalıklı ve mantıksız olan arzuyu da açıklamaktadır.
Ülkemizde sistemi ayakta tutan öyle bir ideolojisi var ki evde sokakta iş yerinde sosyolojik ve psikolojik terörü işleten ve aktüelize edilen bir nevi ruhsal ve sosyal anomolik sorunu olan bir ideoloji. Psikolojik terör diyorum çünkü her toplumsal ve bireysel durum ve buna bağlı olarak ortaya çıkan olayı sürekli psikolojik versiyonuyla psikolojik terimlerle tercüme edilerek servis edildiği oysa gerçekte mutsuz bir topluma neden olan yönetimsel kriz den bahsediyorum.
Kafalarında oluşturdukları İdeal bir insanlık imgesini dayatan ve o imge açısından bakarak hepimizi normal/anormal kategorilerin içine yerleştiren, o imgeye yakınlık ve uzaklığımıza göre yargılayan ona göre mevki makam veren bir ideolojik saplantı .Dahada kötüsü kendi imgelemleri üzerine inşa ettikleri yarı ruhani yarı psikiyarti,ilkesiz ruh sağlığı profesyonellerinin gönüllü taşıyıcılığını yaptığı bir ideoloji bu.Her şeyi psikolojik terimlerle açıklamaya çalışan mollavari bir toplumsal kültür varmış gibi olmayan sosyolojik temellere dayandırılan bir ideoloji ve ona bağlı sitem bu.
Otantik benlikler(gerçek benlik) hakkında, narsisistik, borderline bireyler hakkında, mutluluk ve başarı formülleri hakkında, toksik bireyler hakkında, çocuk yetiştirme ve partner seçiminin yordamları hakkında, sağlıklı cinsellikler hakkında, kendini kabullenme ve kendine şefkat gösterme hakkında mütemadiyen konuşan, ahkam kesen özünde saplantılı kişiliklerin tv ve sosyal medyaya servis edildiği bir sistem bu… Böyle bir atmosfer içinde, her bir grup,küçük toplumsal yapıının ve bireyin kendini normal/ideal/üstün, öteki grup ve bireyleri anormal/yetersiz/aşağı olarak görmesi ve ayırması, mevcut toplumsal sistemi meşrulaştıran, dahası onu totaliter uca doğru büken bir sonuç kaçınılmazdır artık.Sistemi kalıcı hale getirense seçimlere bağlı iktidar eleştirileridir.
Sistemin başarısızlığına ve acımasızlığına rağmen kişiye yalnızca kendin hatalısın dayatması yapan bir ideolojik saldırganlık söz konusu.Üstelik henüz küçük yaşta çocukları yetersiz beslenme,gençlere umutsuz bir gelecek,iş bulamayanlara intiharı reva gören bir sistem .Bakışımızı yalnızca kendimize, kendi başarısızlık, yetersizlik ve kusurlarımıza çevirmemizin telkin ve emredildiği bu dönemin en yaygın duygusu insanlara utanç hissettirmesi. İnsan kendiyle tam bir örtüşme halinde bulunduğu, dolayısıyla geri kalan her şeye karşı tam bir kayıtsızlık ve aldırmazlık içinde ve sadece kendi için olduğunda ortaya çıkan şeydir utanç, kendine böylesine zincirlenmiş ve batmışken.Oysa asıl utanması gerekenler hırsızlar ve halkın duygularını sömüren din tacirleri iken.
Sosyal medyaya bakıyorsunuz en önemli konu insan hakkında, insan üzerine . İnsan hakkında videolar,sözler ve anekdotlar,hikayeler var.Çoğuda ne olduğumuz ve ne olacağımız hakkında. Hangi insanlık ve insan kavramlarına, hangi insani kriterlere sığınacağımız hakkında. Öyleki insanın sınırlarıda çiziliyor,neyi kabul edeceğimiz ve nerede ısrar edip direneceğimiz gibi.Oysa geç kalmadan talep edeceğimiz en büyük gerçeklik; insanın kendi öznelliğine sahip çıkması, onu kucaklaması, yeni bir insan kavramı temelinde, bir kolektifin ve “biz”in parçası olarak kendini yeniden tanımlaması ..
Bu en büyük direniştir çünkü kendini sistemden arındırıp yeniden tanımalayan insan çürümeninde önüne geçecektir.Rekabet’in ahlakı yoktur,dayanışmanın ahlakı vardır ve oda insanca yaşam için kollektif hareket etmektir.Ulaşmak istediğin mevziye kullanacağın her yol mübah’tır anlayışından sıyrılıp herkesin mutluluğu için direniş ve mücadele etmek önemli olanıdır.
Unutmayalım ki bugün en temel saldırı insanlık haysiyetinedir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Burdan Yorum Yapabilirsiniz