Bunca olanlara rağmen insanlar neden duyarsız?

 


Açlığın ve yoksulluğun alabildiğince arttığı bir dönemden geçiyoruz.Fırsat konusunda çocuğun diğer çocuğa yaşamsal fark attığı bir dönemde biribirimize sorcağımız soruları içte içe sormayı tercih ediyoruz.Sosyal medya fenomenlerinin;yani çocuklarımıza ve gençlerimize fenomen olarak yedirilen kişilerin,çarpık ilişkileri,gayri ahlaki ekonomik kazanımları,çürüme ve haysiyetsizlik farkına varmadan çocuklarımıza,gençlerimize hatta yetişkenlere sirayet ettiği anomili  bir yaşam söz konusu.Bir taraftan kara para, uyuşturucu sarmallı kazanç ve bir taraftan bu kazancın reklam yüzleri olan şahsiyetler..Özenilir bir dünya yarattılar gençlere,oysa bu dünya özenilecek bir dünyadan çok uzakta.Kısacası sistemli ve planlı yürütülen;gençlerin ve çocukların geleceklerini ve bilinçlerini kemiren yok eden bir sürecin içindeyiz.

Aslında bu durum ciddi bir şiddet sarmalı olarakta değerlendirilmelidir.Piskolojik ve fiziksel şiddet sarmalının yarattığı psiko-sosyal sonuçlar,ortaya çıkardığı duygu anaforu sandığımızdan çok daha derin yaraları barındırıyor.

Ayrıca bu yaşam ikliminin ortaya çıkardığı yoğun çatışmalı ortam beraberinde toplumda ciddi bir biçimde psiko-sosyal travmalar ve insanın bir diğer insana,bir yaşam kültürünün bir diğer yaşam kültürüne yabancılaşmasının kökleşmesine neden oluyor.Soyal medya kullanımının yaygınlaşması ve erişimin neredeyse toplumun her kesimine daha kolay gelmesi ortaya çıkan şiddet kültürünün ve yarattığı sosyal travmanın şiddet üretme potansiyelinin artmasında katalizör olmaktadır.İntihar vakalarının yaşamın içinde sıradanlaşması,mafya gruplarının konum edinme kavgası,ta somali devlet başkanı oğlunun emekçi bir motokuryeyi katletmesi ve daha sonra ülke dışına kaçabilmesi,kadına şiddetin önüne geçilememesi,çocuk taciz ve istismar konularının gündemden düşmemesi,ekonomik kriz…bu listeyi çok uzatabiliriz..

Ayrıca Özellikle din ve milliyetçilik eksenli bazen ortaya kriminal düzeyde incelenebilecek,nefret suçu sayılacak açıklamalarla muhatap oluyoruz.Bütün bu konuları derinlemesine incelememiz için sosyal medya’ya bakabiliriz.Her ne kadar sosya medyaya karşı ön yargı ile baksak ta aslında  şiddet-vicdan ikileminde sosyal medya bir laboratuvardır, insanların otorite ile kurduğu ilişkiyi ampirik bir gözleme tabi tutabileceğiniz, midenizin kaldırabileceği ölçüde veri toplayabileceğiniz bir laboratuardan bahsediyoruz. Sosyal medyada yapılan yorumları okumak, toplumun muhtelif gündemlere verdiği tepkiyi incelemek gibi bir alışkanlığınız varsa eğer bu gerçeklik ile sizler de yüzleşmişsinizdir. Ve o kaçınılmaz soruyu sormuşsunuz demektir: “İnsanlar nasıl bu kadar duyarsız olabiliyor?” Ekonomik kriz’e dış güçlerin müdahalesi diyenler,bir cinayetin öldürülen tarafında kürt veya başka din mensubu olanlara oh olsun diyenler,Depremde 5 gün boyunca en kaz altında kalıp ölen depremzede yakınını feryadına empatiden uzak sen devletimizi karalıyorsun diyenler,kadın bedeni üzerinden fetva verenler,fenomen adı  altında mafyanın oyuncağı olanlar, gibi sosyal medyada sosyal nefretin boyutlarnı gördüğünüzde mideniz bulanmadı mı hiç.Peki bütün bu çürümüşlüğü savunan kitlenin çok olması  neden?

Bu kadar anlaşılmaz görünen bu sosyolojik sendrom, aslında insanların otoriteye olan koşulsuz bağlılıklarının neticesidir ve fark etmeden büyüttüğümüz, kutsadığımız olgunun ete kemiğe bürünmesinden ibarettir. Bu konuda Stanley Milgram tarafından yapılan “Otorite Deneyi”nin ortaya çıkardığı sonuçlar oldukça çarpıcıdır, aynı zamanda bu soruların cevabı niteliğindedir.

Milgram deneyi ve otoritenin güçlülüğü

Psikolog Stanley Milgram Yale üniversitesinnde bir öğretim görevlisidir.1961 yılında  Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann yargılanmaktadır.Deney  Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann'ın Kudüs'te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, Temmuz 1961'de başladı.

 Milgram, deneyleri şu soruya cevap aramak üzere geliştirmişti: "Eichmann ve Yahudi Soykırımı'nda yer alan yüz binlerce yardakçısı sadece onlara verilen görevi yerine getiriyor olabilir miydi? Onların hepsi yardakçılık suçuyla suçlanabilir miydi?"

Yukarıdaki sorular ekseninde bir psikoloji deneyi yapan Milgram,insanların vicdanlarıyla çelişmesine rağmen gücü elinde bulunduran otoritenin(kişi veya kurum olabilir) emirlerine,isteklerine itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçmek amacıyla 2 yıl süren çeşitli deneyler yapmıştır.Deneyin sonuçlarını ilk olarak  1963’te "Anormal ve Sosyal Psikoloji Dergisi”nde, daha sonrada 1974’te “Otoriteye İtaat: Deneysel bir bakış” isimli kitabında yayınlamıştır. Milgram ulaştığı sonuçları 1974 tarihli makalesi "İtaatin Tehlikeleri"nde (İng.: The Perils of Obedience) özetledi:

"İtaatin hukuksal ve felsefi açılardan devasa önemi bulunmaktadır ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. Yale Üniversitesinde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. Katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim, ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir otorite makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur." 1.

"Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar; korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler. Ek olarak yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü.’’1.

Bir İnsanın, otorite karşısındaki tutumunu,duruşunu anlayabilmek ve tek tek kişilerden başlayan  bu tutumun nasıl toplu bir eyleme dönüştüğünü incelemek için birey psikolojisinden sosyal psikolojine doğru uzanan holistik yolu(bütüncül) anlamaya ihtiyaç vardır. İşte bu bağlamda Milgram deneyi insanların otorite karşısındaki bireysel davranışlarının yarattığı sonuçları ve ortaya çıkardığı sosyal psikolojiyi anlatır.

Milgram, deneyinin ilk sürümünü Yale Üniversite’si yerleşkesinde gerçekleştirmiştir. Denekler ise posta ve sokak ilanı yoluyla toplumun farklı kesimlerinden gönüllü olanlar seçilmiştir. Aralarında düşük eğitimliler, çiftçiler, işçiler ve yüksek öğrenim gören bireyler mevcuttur. Ele alınan örneklem’in toplumun çeşitli kesimlerinden olması toplumun tamamını temsil etme konusunda oldukça önemlidir.1

 Deneye katılan gönüllüler, deneyin “cezanın öğrenmeye etkisi” ile ilgili bir araştırma olduğunu sanmaktadır. Deneyin ilk sürümünde roller şunlardır: Gözetmen, öğretmen ve öğrenci. Gözetmen beyaz önlüklü, sert mizaçlı, buyurgan bir karakterdir. Gönüllüler deneyin yapılacağı odaya girdiklerinde kendisi dışında başka bir gönüllünün de olduğunu görürler. Ve kura çekilerek gönüllülerden biri öğretmen, diğeri ise öğrenci rolünü alacaktır. Fakat gönüllülerden biri gerçek gönüllü(Esas denek), diğeri ise görevlendirilmiş ve gönüllü denek gibi davranan başka bir deney ekibi üyesidir yani sahte gönüllüdür. Gözetmen kura çekileceğini, bir kişinin öğretmen, bir kişinin de öğrenci olacağını belirtir fakat iki kura kâğıdında da öğretmen yazmaktadır. Sahte gönüllü ise kendisinin çektiği kağıtta öğrenci yazdığını söyleyecek, bu sayede esas denek öğretmen rolünü her halükarda üstlenmiş olacaktır.1  

Deney mekânı ise, gözetmen ile öğretmenin yan yana olduğu bir oda ve öğrencinin olduğu bitişik bir odadan ibarettir. Deneyin mantığı ise şudur: Öğretmen, öğrenciye bazı kelime çiftlerini bir defa okumak suretiyle öğretecek, daha sonra öğrenci odasına geçecek ve öğretmenin listeden seçerek sorduğu sorulara doğru yanıtlar vermeye çalışacak. Fakat öğretmenin önündeki masada, öğrencinin bulunduğu masaya uygulanmak üzere konumlanmış bir elektro şok düzenleyicisi bulunmaktadır. Her yanlış cevapta artan miktarda voltaj vererek öğrenciye ceza uygulaması gerekmektedir. Deneyden önce öğretmen olan denek(esas denek), öğrencinin masasına oturtularak 45 voltluk bir elektrik uygulanmış ve bu sayede deneyin gerçekliğine dair bilgi edinmesi sağlanmıştır. Bu deney düzeneğinde öğrencinin performansına göre 15V ile 450V arasında değişen elektrik akımı uygulanmaktadır. Şehir şebekesinden gelen ve ölümcül düzeyde olan elektriğin voltajının 220V olduğunu unutmayalım. 1.

Deney başladığında öğretmen öğrenciye önce sorusunu soruyor daha sonra da cevaplaması için dört seçenek sunuyordu. Öğrenci doğru olduğunu düşündüğü cevap için butona basıyor ve her yanlış cevapta artan düzeyde şoka maruz kalıyordu. Odalar, öğretmenin öğrenciyi göremese de rahatlıkla duyabileceği biçimde tasarlanmıştı, dolayısı ile elektrik şoku sonrası öğrencinin çığlıkları rahatlıkla duyulabiliyordu.1.

Öğretmen, yan taraftaki odada öğrencinin gerçek bir elektrik şokuna maruz kaldığını sanıyordu fakat gerçek öyle değildi. Oda da bulunan bir hoporlörden her voltaj miktarına paralel yükseklikte banttan bir çığlık sesi yankılanıyordu. Öğretmen ise bu çığlığın gerçek bir çığlık olduğunu düşünüyor, ona göre tepki veriyordu. Fakat öğrenci rolündeki sahte denekler iyi bir aktör gibi rol yaparak, voltaj yükseldikçe duvarı yumruklamaya hatta kalp rahatsızlığının olduğunu ifade etmeye başlıyorlardı. Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ediyordu. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. Bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. Birkaç denek, öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda bulunuyordu.

Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman,  gözetmen tarafından kendilerine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:

  1. Lütfen devam edin.
  2. Deney için devam etmeniz gerekiyor.
  3. Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.
  4. Başka seçeneğiniz yok, devam etmek "zorundasınız".1

Deneyin sonuçları

Deney yapılmadan önce bazı öngörülerde bulunan Yale Üniversitesi, Psikoloji bölümü doktora öğrencileri, yüksek voltaj olarak değerlendirilen 135V üzerine deneklerden en fazla %1,2’lik sadist eğilimli bir grubun çıkabileceğini belirtmişlerdi. Fakat deney sonuçları, çarpıcı ve şok edici bir netice ortaya çıkardı.

Deneklerin çok büyük bir çoğunluğu bırakalım yüksek voltajı, çok yüksek düzey olan 450V’luk şoku uygulamışlardır. Milgram'ın ilk deney dizisinde deneklerin %65'inin (40 denekten 26'sının) deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da, uyguladıkları görüldü. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi. Katılımcılardan hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi. Deneyin türevleri daha sonra Milgram'ın kendisi tarafından ve dünya genelinde farklı psikologlarca gerçekleştirildi; sonuçlar birbirine yakındı. Bu çeşitlemelerle deneyin özgün sonuçlarının onaylanmasına ek olarak deney düzeneğindeki değişkenlerin etkileri de ölçülmüş oldu. 1.

Milgram deneyi ve sonrasında buna benzer  yapılan  deneyin sonuçları  toplumun genelinde görülmektedir.Toplumun tüm kesimlerinde doktor,öğretmen,işçi, bir asker ya da ev hanımı. Türkiye gerçeğinde çok önemli olan bir ayrıntıdan da bahsetmek gerekir. Milgram deneylerinin yaklaşık 20 den fazla ayrı sürümü yapılmış ve benzer sonuçlar ortaya çıkmıştır. Maalesef ülkemizde de yaşadığımız bir gerçek var insanlar hiç gitmedikleri, görmedikleri yerlerin insanlarını sadece otoritenin sunduğu imgelemle algılamaktalar. “Kürtler, aleviler doğuştan  terörist, ermeni olmak ise sinkaflı bir küfürdür ,iş isteyen verilen işi beğenmeyen aylak birisidir,adalet isteyen vatan hainidir,insan hakları kavramı terör kavramıdır,Komünizim dinsizliktir onlar için.

Yazının başına dönecek olursak . Şunu net olarak söyleyebiliriz ki İnsan psikolojisi gücü elinde bulundurana yani  otoriteye sadakat ile bağlı olma eğilimindedir. “İnsanlar bunca olup bitene karşı nasıl bu kadar duyarsız olabiliyor?” bu sorunun yanıtı Otoriteye koşulsuz ,sorgusuz bağlılıktır.

Otorite dediğimiz varlığın ilişki türü hiyerarşik yapı üzerinden gelişir,tabiatı gereği alt-üst ikiliğini içinde barındırır. Emretme ve emir alma,emre itaat bu ilişki döngüsünün temel fonksiyonlarıdır. Bu döngü kaçınılmaz olarak, hem emredenleri hem de emre itaat edenleri; hem birbirlerine, hem de kendilerine yabancılaştırarak, kendileri dışındakileri ötekileştirmesine neden olur.Kendisine yabancılaşan kişilerin mevki makam adına itaat’i ve altında olan insanlara baskı’yı araç olarak kullandıkları ortadadır.Bugün geldiğimiz süreçte tüm kamu kuruluşlarında liyakat aranmadan sırf  bizden biri anlayışı ile getirilen yöneticileri orda oturtan şeyde otoriteye koşulsuz bağlılık ve otoritenin bir temsilcisi olarak yönettikleri kişilere baskı uygulamaktır.  Artık insan davranışlarını; iradeleri, akılları, vicdanları değil de yasalar, kurallar, kararnameler,cami vaazları belirliyor.

Batı “demokrasilerden”, en geri totaliter rejimlere kadar tüm yapılanmalar, yani devletin olduğu her yerde örgütlü şiddet kendini farklı düzeylerde göstermektedir. Ve bu şiddet sorgusuz itaatin koruması altındadır. Leonardo da Vinci, “Hiçbir şey, bir otoriteyi sessizlik kadar güçlendirmez” derken, yığınların otoriteyi var etme ve öte yandan altında ezilme çelişkisini anlatmaktadır.

Kuşkusuz ki toplumun aydın dinamikleri güçlenerek  bir gün  kendi varoluşundan beslenen otoriteyi kuracak, ontolojisine uygun araçları yaratacaktır. Daha fazla sorgulanabilen ve meşruiyeti kanıksanan bir otorite, Milgram deneylerinin sonuçlarını da değiştirecektir



 

1 https://tr.wikipedia.org/wiki/Milgram_deneyi

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY- 2 /ÇÖZÜM

Kötülüğün Sıradanlaşması

REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY