Eğitim ve Ahlak


 "Avutan, uzlaştıran yalanlar vardır... İşçinin kolunu ezen yükü mazur gösteren, hatta açlıktan ölenleri suçlavan yalanlar... bilirim yalanı! İradesi zayıf olanlara ve başkasının özsuyunu emenlere gereklidir yalan... birini avutur, destek olur; diğerini de gizler yalan... Kendi kendisinin efendisi olan, bağımsız ve açgözlülük etmeyen insana neden gereksin yalan? Yalan, kölelerle efendilerin dinidir...Gerçek ise özgür insanın Tanrısı!(Ayaktakımı Arasında, Maksim Gorki) der Maksim Gorki.

Gerçeğin ne olduğunu bilmiyor,yalanla gerçeği ayırt edebilecek eleştirel düşünme becerisine sahip değilseniz yalana gerçek muamelesi yapmanız mümkündür. Bu durumda yalana inanmış olmanız yanılgı, yalanın yön verdiği fikirleriniz yanlış olur. Çoğu insan, gerçeğin peşine düşmenin ya da Erich Fromm’un dediği gibi gerçekliği kabul etmesi halinde o güne kadar inandığı dünyanın ve gerçekliğin yerle bir olmasından korktuğu için yalınlığından ötürü yalanı gerçekmiş gibi kabullenme eğilimindedir.

Mesele bilgisizlikten doğan yanlışlıklar değil meselenin özü fikirlerin yalan üzerine inşa edilmesi, insanların gerçeğe erişmesinin sistematik bir şekilde engellenmesi.Bugünün yalanları genellikle de satın alma yoluyla edinilmiş (ekonomik) güce anlam yüklemeyle ilgili. Amacı aldatma, yanıltma yoluyla başkasının hakkına el koyma olan yeni yalan türü, hazzını tatmin peşindeki bireyin diğer bir bireyi değil, devletin kitleleri kandırması biçiminde gerçekleşiyor.

Yalan ve gerçek birbirine zıt iki kavram ise yalanın hegemonyasını sürdürebilmesinin koşulu gerçeğin bertaraf edilmesinden geçer.Gerçeğin bertaraf edilmesinin yegane koşulu yalanı ayıplayan ahlaki normların erozyona uğraması ve yok olmasıdır.Yalan üzerinde ayakta durabilen iktidar dahil tüm güçler doğruyu ve hakikati gösteren,işaret eden her şeyi özelliklede okulu,üniversiteleri ve genel anlamda  eğitimi doğrunun ve hakikatin arandığı yer olmaktan çıkarıp yalanın icat edildiği ve dışarıda üretilen her yalanın meşrulaştırılan yerler haline getirir.

Toplumda ciddi anlamda bir bölünlüşlükler  var.Kollaktif yaşam yerine her etnik, dini ve kültürel grubun kendi kamusallığında ısrar ediyor.Aynı parkı, futbol sahasını, hatta yolu, okulu, kent meydanını, yeme-içme-eğlenme alanlarını hatta denizi (plajı) paylaşmayan ayrışmış bir toplum oluştu.Dolayısıyla eğitimi (okulu) eski rolüne döndürüp kollektif yaşamın inşa edildiği yer olmasını sağlamak mümkün müdür? Sorusuna kafa yormak gerekir.

Okul yani eğitim atölyelerinin ilk versiyonu, 2 bin 500 yıl önce Antik Yunan’da görüldü. O dönem okullarının ilk ve tek müfredatı, insanı erdemli kılan ahlaktı. Bu ilk okullarda, filozofların doğaya ve evrene ilişkin öne sürdüğü fikirlerini zamanla geliştirebildik. Fakat ne yazık ki bugün iyi, güzel, saygı, sevgi, dürüstlük, doğru davranış, adil olma konusunda binlerce yıl öncesinin öğütlerine dönüp bakmak zorunda hissediyoruz kendimizi.Sürekli eski öğretilerden pasajları paylaşıyoruz,Eski  tapınak yazılarını veya saygı duyulan kişilerin cümlelerini.

Zaman içinde dinler keşfetti okulu; okulun iş için beceri kazandırılan yer olması çok sonraki bir döneme ait, sanayi devrimi ile başladı. Stoacılara göre güzelin dört biçimi adalet, yiğitlik, düzen ve bilimdi. Çirkinin dört biçimi ise adaletsizlik, düzensizlik, aptallık ve korkaklık… Antik Yunan filozoflarını hala anıyorsak sadece bilgeliklerine saygı duyduğumuzdan değil, onların kendilerine, bilgilerine saygı duymasındandır. Dönemin otoriteleri onlardan bilgilerini iktidar için kullanmalarını istedi ve hemen hepsi fikirlerini iktidarın emrine sunmayı reddetti. Sokrates’in kendisini yargılayanlara ahlaki nasihat verme uğruna öldüğü malumdur. 

Hukuk kurallarından önce ahlak vardı fakat  birlikte yaşamanın ortak kültür ve davranış gerektirmesi herkesin saygı duyacağı, benimseyip uyacağı kurallar geliştirmeyi gerektiriyordu.İnsanlıkta  genel ahlaki kuralları sistematize ederek adına yazılı hukuk kuralları dediği kurallar bütününü yarattı. Bu kurallar, zamanla yönetenler için siyasi ilkeler haline geldi.Ahlak kurallarından kendini soyutlayan siyasiler yazılı hukuk kuralları kendilerine uygun hale getirerek her şeyi meşru kıldı.Oysa ahlak  ilk kez yönetici sınıftan, kendisine karşı nasıl davranması gerektiğini kurala bağlıyordu.Yani hukuktan önce AHLAK vardı

Ahlaki ilkelerin demokratik katılımı gerektirmesi, ortak değerlere saygı duymayı zorunlu kılması; bireyi eşitlikçi, paylaşımcı, adil olmaya davet etmesi ve bütün bunların kamusallığa tekabül ediyor olması, neoliberalizmin, kapandığı mabedin kapısını aralayıp dini ortaya salmasının nedeni oldu. 

Bunun bir sonucu olarak, insanlar dinlerin ahlakla anlamdaş olduğu yanılgısı içine girdi.Din kurumsallaştıkça  insanların ahlaki çürümeyi görmesini, görüp sorgulamasını engelledi. Okul(eğitim)  bu noktada devreye girmesi gerekirken okullarda kurumsallaşmış din bilgileriyle kuşatıldı. 

Neoliberalizm’e geri dönecek olursak; Neoliberalizim dinide kullanmanın yanında toplumun önüne ekonomik amaçlar koyup eğitimi ekonomiye hizmet edecek biçimde yeniden örgütlerken toplumsal ilişkileri düzenleyen, birey ve topluluklar arası sosyal bağın ilkelerini belirleyen, siyasal birlikteliği sağlayan değerleri eğitimin rolü arasından çıkardı. Maalesef ülkemizde siyasal ortam bilinçli olarak kamusal amaçları kolaylıkla göz ardı eden, ortak yararını gözetmeyen bir topluluğu yarattı. Ancak bu sonuç , insanların toplumsal dayanışmaya ihtiyaç duymadıkları anlamına gelmiyor: Dayanışmaya ihtiyaç duyan, topluluk olmanın yaşamını kolaylaştırıcılığına inananlarda var çoğunlukta. Fakat siyasi ortam ekonomik ve sosyal yönden güçsüz bu kesime dayanışma adı altında birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini, dini cemaat deneyimleri ile sürdürmeleri telkin ediyor.Ekonomik  zorluk içindeki insanlar haliyle iradesini bir otoriteye kolaylıkla teslim edebiliyor. Bu yüzden hayatın akışında okul daha bir anlamlı hale geliyor.Hatta bu nedenle siyasi islamcılar, değişimle eş anlamlı modern okulu, bireyin değişimini engellemede, toplumu kamusal alanın dışında tutmanın etkin araçlarından biri olarak kullanıyor. Okulun (eğitimin), kamusal alan olarak yeniden inşa edilmesi önemli; önemli çünkü tüm toplumsal kesimlerin birbirine temas ettiği tek mekân kaldı, o da okul.Bizlerin ısrarla kamusal,bilimsel ve laik eğitim ısrarıda bu yüzdendir.Bu sistemde bu dönüşüm zor olsa da talep doğrudur.

Bizler eğitimi geleceğin inşasında önemli buluyorsak öncelikle eğitimin kime hizmet etmesi gerektiğine karar vermemiz gerekiyor. Eğitim, toplumun tümüne mi yoksa ayrıcalıklı bir avuç ekonomik güç odağına mı hizmet edecek?Bugün sürekli tartıştığımız  eğitimin sorunlarını (müfredat, sınavlar, öğretmen, derslik, ders kitapları vb) çözmek zor olmayacaktır. Asıl mesele eğitimin kime hizmet vermesi gerektiği konusundaki duruşumuzdur .Bu duruş aynı zamanda siyasi bir tercihtir.

Eğitimin, toplumu yükümlülüklerine alıştırmak gibi egemen ideolojiye hizmet eden diğer tüm rollerini göz ardı etmeden bilimsel bilgiyi günlük yaşamda kullanılır hale getirerek kamusal alana katılacak bireyi güçlendirmek gibi bir rolünün olduğunu da söyleyebiliriz. Eğitim, bizi toplumsal varlıklara dönüştüren eğitim kurumlarının aynı zamanda toplumsal bir yaşam alandır. Diğer kamusal alan ve haklardan yararlanmamızın eğitim durumumuza bağlı olması, eğitimi diğer kamusal hak ve alanlardan daha önemli ve vazgeçilmez kılar. Eğer eğitim, insanın kapasitesini geliştirme işlevini yerine getiremezse, bireyin kamusal faaliyetlerekatılımı ve kamusal haklardan yararlanması sekteye uğrar. Daha da kötüsü, eğitimin ilkelerini pedagojiden değil de dinlerden alması olur; bu durumda, modern toplum düzenlerindeki yeri özel alan olan din, kamusal hayatı özel alana dönüştürüp tanzim etmeye başlar. Dinin kamusal alanı tanzim ettiği an, bireyin kamusal hayattan kopuşunun başladığı anıdır. 


Yorumlar

Yorum Gönder

Burdan Yorum Yapabilirsiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY- 2 /ÇÖZÜM

Kötülüğün Sıradanlaşması

REKABETE SÜRÜKLENMİŞ BİREY