EMEK SÖMÜRÜSÜNE KARŞI BAŞKALDIRIYI ÖNLEMENİN FORMÜLÜ "MUHAFAZAKARLIK"
Köleleştirilmiş bir yaşamın için de bocalayan insanların ‘’
bu duruma isyan ediyorum’’ denilen başkaldırı duygusunun uzağında kalmış
olmaları ilginç geliyor çoğu zaman.Her çağda başka isimlerle anılan
köleleştirilen toplumlar var.
Eski dönemlerde, Asya'da ve Afrika'da veya oradan getirilen
köleler basit bir biçimde köle olarak adlandırılırdı. Ortaçağlarda "serf
"olarak adlandırıldılar; Hindistanda Sudralar denildi, Osmanlı Döneminde
savaşta ganimet olarak alınan köleler vardı.Hatta esirciler olarak adlandırılan ve Osmanlı
topraklarında köle ve cariye ticareti yapan kişiler özellikle I. Murad
döneminden itibaren görülmeye başlanmıştı. Savaşların akabinde devletin beşte
birlik payının dağıtılmasının ardından kalan esirler, savaş meydanlarında
tacirlere satılıyordı.İşin ilginç tarafı tüm inanç sistemlerinde reddedilen
kölelik gücünü dinden alan imparatorluklarda veya devletlerde daha çok
görülüyordu.Hangi çağ olursa olsun, hangi, devlet veya imparatorluk olursa
olsun köleler üst sınıfın hizmetkarı ve malı sayılırdı.
Gelelim günümüze
bugün ise "ücretli köle’’olarak adlandırılıyorlar.Tabiki klasik
anlamda gerçek bir kölelikten bahsedemeyiz, bahsedersek doğru tanım
yapamayız;günümüzde tarihsel kazanımlarla daha çok hak ve daha çok güç sahibi
olabilmişlerdir.Bu durum bize köleliğin sadece şekil gösterdiğini
göstermektedir.Modern çağda kölelik sadece şekil olarak değişim göstermiş bir
yandan açlıkla, diğer yandan siyasal ve sosyal kurumlar aracılığıyla, sıkı bir
şekilde çalışarak, başkalarının göreli ya da mutlak aylaklığını sağlamaya
zorlanan ücretli kölelik sistemi söz konusu.Ekonomik
krizler,işsizlik,açlık,savaş ücretli köleler için devam eden bir
tehdittir,çünkü iktidar dediğimiz güç taraf olarak karşının tarafındadır.Gerçek
şu ki kendi kendini yönetemediğin sürece
kaderine boyun eğersin,geleceğini belirleyecek gücün yoksa bu sistem sürüp
gider.Oysa birazda insan olmanın hazı tıkanmışlığa çare bulmakta yani bir yol
açabilmekte.
Ücretli kölelik tanımlaması emek sermaye çelişkisinden doğan
ve kültürel gen aktarımından psişik olarak öğrenilmiş çaresizliğe kadar
kuşatılmış bir ruh hali. Geçmişin prangalarından biridir öğrenilmiş
çaresizlik... Aslında kendi yaşamı karşısında dik durmak zorunda olan insan
için ‘çaresizlik’ oldukça ağır bir kavram olmalı,fakat bu kavram kader’e
dönüştüğü an kabullenme ortaya çıkıyor.Kabullenme beraberinde var olan cesareti
törpüleme sonucunu ortaya çıkarıyor.Bu durum kırılmadığı sürece yani farklı
şartlar sunmak,içe dönüş ,sınıf özgüveni,psikolojik kabul, yeni perspektif ve
doğru mesajlar artmadığı sürece toplum
kölelik boyunduruğunu kıramaz.
Kötü olan ezilen toplumlar kapalı ve donmuş olmayı savunma amaçlı tercih etmektedirler Bunun adı da muhafazakarlığa dönüşüyor.Muhafazakar aile,muhafazakar yaşam ve muhafazakar TALEPLER… Yalnızca ekonomik açıdan değil, fikir, düşünce ve inanç açılardan da geri kalmış toplumlara dönüşüyor. Bu kimin işine yarıyor derseniz tabi ki üst sınıfın yani sermayenin ve onu besleyen ana damarlardan olan gerici grupların.Ezilen,sömürülen yani köleleştirilen insanlar muhafazakarlık adı altında terbiye ediliyor.
Bazı insanların şekilci bakışına karşın öncelikle belirtmek gerekir ki;Muhafazakarlık BAŞ ÖRTÜSÜ veya NAMAZ KILMA üzerinden değerlendirilmemeli.Bu oldukça doğal ve tercih edilmiş bir yaşam olduğu gibi ;namaz kılan veya başı kapalı olan muhafazakar olmayan değişimi,insanca yaşamı savunan insanlarda vardır, modern görüntülü, yaşamın geri yanına hizmet eden muhafazakardada vardır.Yazıda geçen muhafazakarlığı değerlendirdiğimizde şekilden çok yaşam tarzı ve sosyolojik olarak durdukları yer olarak değerlendirilmelidir.
Günümüz orta doğu toplumlarında ve Türkiyesin de Muhafazakarlık kavramı var olanı sürdüren ve tamamen kadercilik üzerinde kurulu modern yaşamı reddeden milliyetçilik ve dinsel temalarla sıkıştırılmış bir yaşam üzerinde gelişir.Açlık,yoksulluk olağandır üstelik din ve milliyetçilik üzerinden gelişen iktidarlarda yoksulluk kaderdir.Yolsuzluk bir amaç doğrultusunda olduğu kabul edilerek gözardı edilir.Sınıfsal farklılaşma allahın sınamasıdır.
Avrupa muhafazakârlığı modernliği reddetmez.Modernizmi reddetmek
kendini reddetmeyi de içerir. Çünkü muhafazakârlığın arkasındaki ana
sınıfın Marx’ın deyimiyle burjuvazi olduğunu kabul edersek, modernlik dediğimiz
şey öncelikle burjuvazinin inşa ettiği bir şeydir. Avrupa Muhafazakarlığında da
dinsel ve milliyetçilik kısmende olsa yaşamın belirleyicileridir.Fakat
kadercilik yoktur,kendi toplumunu en üst seviyedeki yaşam standartına
ulaştırmak hedeflenir. Değişimi reddetmez fakat değişimin yavaş yavaş ya da
sindire sindire gerçekleşmesini tercih eder.
Öylece bir gözlemleyelim çoğu insanın ben kendime yeni bir
yol açacağım diyecek hali yok.Çoğu insan korku ve korkaklıkla beslenmiş,bireyselleştirilmiş,gericilikle
beslenmiş durumda; böyle olunca tabi ki kimsenin yeni bir yol açmaya cesareti
yok. Hep hazır yola sapmaya çalışırlar bu yol muhafazakarlıktır,muhafazakar
olma çocuklarına da öğüde dönüşür. Kendi
taş yolunu döşeme gayretini bir türlü sarf etmez ve çocuğuna ettirmez. Bu durum
bir cüret, cesaret meselesine dönüşür.Oysa her büyük değişimler ve buna ön ayak
olan ustalar bize şunu öğretmiştir ki
hayatta ancak kendi fillerini Alp Dağı'ndan aşıran, aşırmayı düşleyen
insanlar kölelikten kurtulur.
"İnsanlığın ileri gitmesi için, doruklarda sürekli
olarak onurlu cesaret örneklerinin yer alması gerekir. Tarihin gözünü
kamaştıran gözü pekliler insanlığın yolunu aydınlatır. Şafağın sökmesinde bile
cesaret vardır. Denemek, meydan okumak, ısrar ve sebat etmek, kendine sadık
kalmak, kadere göğüs germek, felaketi üzerimizde bize verdiği korkunun
hafifliğiyle şaşırtmak, dik durmak, kafa tutmak; işte toplumların ihtiyaç
duyduklarının örneği ve onları aydınlatan ışık." der Victor Hugo- (Sefiller kitabından)
Yapılan çalışmalar, muhafazakarlığın; tehditten korkmanın
(özellikle ölüm korkusunun) yanısıra tehdit edici ve duygusal uyarıcı ve
deneyimlerden kaçınma ile ilişkili olduğunu göstermiştir.Türkiye’ye özgü
ölçülen muhafazakarlığın tüm boyutlarının - geleneğe bağlılık, dış grup
antipatisi, antihedonizm,otoriteryanizm ve dini duyarlılık sürekli kaygı ile ilişkili olduğunu,
dolayısıyla muhafazakarlık ile potansiyel tehdit ve tehlikelere karşı
hassasiyet arasında genel ve içerikten bağımsız bir ilişki olduğunu
vurgulamaktadır. Yani köleliğe karşı duruşu önlemenin en doğru yöntemin
muhafazakarlığı arttırmak olduğu söylenebilir.Yine yapılan araştırmalarda
ortaya çıkan bulgular, daha muhafazakar katılımcıların, daha az muhafazakar
katılımcılara kıyasla tehdide karşı daha fazla hassasiyet gösterdiği
yönündedir. (Muhafazakarlık, Kaygı ve Tehdit Edici Uyarıcılara Karşı Dikkat
Yanlılığı- Müjde Peker,Robert W. Booth, Uğurcan Dikçe)
Bu böyle devam edecek midir? Elbette öyle devam
etmeyecektir.Ekonomik kriz yaşamın merkezinde oturmuş durumda.Üstelik
açlık,yoksulluk ile birlikte yönecililerin yaşamları biraz daha sorgulanır
oldu.Nihayetinde elbetteki giderek değersizleşen emeğinin sömürüsü karşısında
ne yapacağını bilemeyen, bilemediği için kaderine boyun eğen,bilinçsizce
enerjisini ve öfkesini sağa sola kusan,hedefsizce kırıp döken
muhafazakarlaştırılmış ücretli köleler; hiç durmadan üretip emeğinin
karşılığını almamanın ve insan olmanın onurunu yaşamamanın hesabını ancak
aydınlanmayla ve daha sonra örgütlenerek soracaklardır,ve bu süreç için bir yol
açma gayretinde olan sendikaları,örgütlenmeleri sahiplenecektir.
Giderek yükselen hak talepleri. Talepler arttıkça ve
örgütlenme (sendika) etkili oldukça,kölelik son bulmaya doğru evrilecektir.
Geçmişin prangalarından biridir öğrenilmiş çaresizlik... 👏👏👏
YanıtlaSilÇok aydınlatıcı bir yazı. Yüreğinize sağlık.