''YAŞAMA KAYITSIZ KALMAK''
Dünyanın çok acı çektiğini görüyorum. Ama bunun nedeni, kötü insanların uyguladığı şiddet değil, iyi insanların suskunluğu. Napolyon Bonapart
Yaşamın içinde seyir gösteren bin bir kötülüklere şahit oluyoruz.Sıradanlaştırılan her şey yavaş yavaş bizden alınanlar oluyor.Toplumsal sorunlara ilgi varmış görüntüsünün altında gerçek bir ilgisizlik olduğu kesin,zira ilgi beraberinde tepkiyi getirmelidir.Ortalama insan vicdanının ilgi gösterdiği herşeye hareket etme dürtüsü vardır.Oysa bu dürtü de kaybolmuş durumda.
Kayıtsız kalındıkça kamuoyu dayanışması denilen özünde duyarlılık üzerinde kurulan kamusal dayanışma ve vatandaşlık bilinci kayboluyor bu durumda da kötülüklerin birer seyir nesnesine dönüşmesine ve magazinleşmesine sebep olmakta.Hayatın kendisi artık izlediğimiz sinema filminin konusu gibi algılanır.Yaşam bir çoğu için bir sinema perdesine dönüşmektedir.Ancak unutulan bir durum var.İnsan bir seyirciyse ve kötülük izlenilen sinema perdesi ise ikisi de bir bütünün parçaları haline dönüşüyor olmasıdır.Kötülükler izlenip seyredilirken ve kayıtsız kalınırken kötülükler de izleyeni izler ve ona izlediği kötülüğün bir parçası olduğunu hatırlatır. Dolayısıyla kötülüklere ve dehşete karşı kayıtsızlık içinde izleyici olarak kendini kuran özne esasında kendi izlediği tarafından da izlenmektedir.Çok soyuta kaçmadan ulaşmak istediğim sonuç aslında kayıtsızlığın sonucunda kötülüğün sadece sıradan insanları değil aynı zamanda kendini aydın,ilerici insanları çeken insanları da içine çeken toplumsal bir kültür oluşturduğudur.Aslında meselenin önemi ve üzerinde durulması gereken kısmı budur.Duyarsızlığın ve kayıtsızlığın genelleştiği bir toplumda toplumsal muhalefetinde güçsüz bir görüntüye bürünmesi kaçınılmazdır.Güçsüz bir görüntü umut vermez,güven vermez.
Hepimizin bildiği bir gerçek var.İnsanlar ;ideolojik ve buna bağlı eylemsellik olarak kendilerini iktidardan ve iktidarın yarattığı kurumlardan ayrı tuttukları oranda hem iktidarın kötülüklerine karşı vicdani bir huzura sahip olurlar hemde değişip/dönüştürmek için kamusal alanda görünüp seslerini duyururlar.
Ancak susan,kayıtsız kalan,duyarsız davranan ve bu sarmalda yaşamayı tercih eden bireyler ve gruplar muhalif olsalar bile var olan kötülüklerin ortakları konumunda olurlar.İktidara yakın grup ve kişilerden çok bir farkları yoktur.Farklı görülseler de tek bir fark vardır bir taraf destek verirken bir tarafta hiççilik üzerinden tepki geliştirir.Kendi kendine ve hiçbir önemi olmayan söylemler ile iktidarı besleyen söylemler aynı çağlayanı besleyen ve aynı noktada birleşen nehirlere benzerler; ortak bir sonuca hizmet ederler.Sonuç faciadır.Değersizlik ve anlamsızlık bütün toplumsal grupları içine çeker. Siyasal ve kamusal etiğin ve bununla birlikte hukukun da aşındığı bir toplumda geriye kalan şiddet ve keyfiliğin hükümranlığı olur.
İlerici kurumlar değerlerini yitirir,kurumların içinde değersizlik,itibarsızlık ve doğru söylemler manipüle edilir.Bireyselliğin dibine batmış insanlar kurumlar içinde kendilerini kamufle ederek en büyük kötülüğü yapmaya devam eder.21.yüzyılın Türkiye solunda kendilerini aydın ve ilerici olarak tanımlayanların iktidarın yol ve yöntemlerini örnek alıp kurum içi faşizan saldırılarına şahit olduk ve alenen yapılan bu uygulama kötülük sarmalına bulaşmış sol tarafından kayıtsızlıkla izlendi.Konumuza dönecek olursak ;kayıtsızlık aynı zamanda siyasal ve kamusal alanın temelini oluşturan ortak çatışma ve kavga alanının da ortadan kalkması anlamına gelir. Artık kamusal alanda varlığını gösteren şey sadece sesin ve görüntünün kaybolması değildir. Bunun net sonucu otokrasinin,baskının egemen olduğu şiddet ve tehdit üzerinden yönetim.olgusunu doğurur.Nitekim bu durum daha çok baskıcı bir toplumu veya otoriter bir toplumu betimler. Esas mesele artık içinde sessiz kalınacak bir kamusal alanın bile yitirilmiş olmasıdır.
Baskı, korkuyu üretirken baskının yarattığı ve insana pek uygun olmayan hoşnutsuzluk ortadan kalkar bununda sonucunda kayıtsızlık ortaya çıkmış olur.
Aslında korku kendi içinde cesareti daima barındırır. En temel erdem olan cesaret korkunun hissedilmesiyle kendini açığa çıkarır. Ancak kayıtsızlık korku'dan ayrıdır kayıtsızlık korku gibi beraberinde açığa çıkaracağı bir zıddını da barındırmaz. Kayıtsızlık bir kara deliktir;her şeyi içine çeker ve yutar. Kayıtsız toplumlar kendi momentlerine veya hareket durumlarına bakmak yerine bir kurtarıcı beklerler. Bu bekleyişin alt psikolojik dinamiği de, bir bekleyiş durumuna sığınma duygusudur egoyu kaygıdan kurtarmaktır.Zaten doğanın net bir kanunudur beklersen izlersin,bekleyen değil hareket halinde olan kazanır.
İnsan anını,gününü yaşarken ne olursa olsun iyi yaşama talebinde bulunur ve bununla ilgili kaygıyla yaşar.Fakat iyi yaşamanın tanımlamasında kişisel kaygılar hakim olur.Yaşananlar karşısında insanın kendini suçlu hissetme duygusunun verebileceği ağırlık, olup bitenleri görmezden gelmesine, giderek adeta kör olmasına neden oluyor. Görmek ve buna rağmen direnmemek hem vicdani olarak ağır bir sorumluluk, öte yandan bir takım riskleri göze almayı da gerektiriyor. Dolayısıyla, kolay olan tercih ediliyor, gözler kapatılıyor ya da başka tarafa çevriliyor kayıtsızlık durumu ortaya çıkıyor.
Bu duyarsızlık siyasi erk'i rahatlatır, sonuç olarak ta kayda değer bir engelle karşılaşmadan diledikleri uygulamaları kolayca gerçekleştirebilme ortamını bulmuş olurlar.Algı ve kurgulanmış reklam sloganlarıyla gündelik hayatın kaygılarını, koşuşturmasını kitlelerin önüne serip, onları çalışıp çabalamaktan göz açamaz hale getiriyorlar.Bunlarda yetmez tabi iktidar kredilere bağlı ve tükettikçe mutlu olan bir yaşam kültürü sunarak sisteme ve uygulamalara itirazı olmayan bir toplum yaratmış oluyor.Bütün bunlara karşın en güçlü silahını korkuyu hissettiriyor. Böylece hayat insanlığın çoğunluğu için, sen müdahale etmediğin sürece sana dokunmayan, tek perdelik seyirlik bir oyun gibi geçip gidiyor.
İnsan bugününü yaşayıp giderken, her şeye rağmen ayakta kalabilme, iyi yaşayabilme isteği, gündelik kaygıları çoğu zaman öne çıkıyor. Yaşananlar karşısında insanın kendini suçlu hissetme duygusunun verebileceği ağırlık, olup bitenleri görmezden gelmesine, giderek adeta kör olmasına neden oluyor. Görmek ve buna rağmen direnmemek hem vicdani olarak ağır bir sorumluluk, öte yandan bir takım riskleri göze almayı da gerektiriyor. Dolayısıyla, kolay olan tercih ediliyor, gözler kapatılıyor ya da başka tarafa çevriliyor.
Bu kayıtsızlık hali iktidarları rahatlatan, sürüp gitmesini istedikleri bir şey, bu sayede kayda değer bir engelle karşılaşmadan diledikleri icraatı kolayca gerçekleştirebiliyorlar. Sürüp gitmesini istedikleri için de gündelik hayatın kaygılarını, koşuşturmasını kitlelerin önüne serip, onları çalışıp çabalamaktan göz açamaz hale getiriyorlar. Yetmedi en güçlü araç her türlü yolla korku salmak. Böylece hayat insanlığın çoğunluğu için, sen müdahale etmediğin sürece sana dokunmayan, tek perdelik seyirlik bir oyun gibi geçip gidiyor.
Kitlelerin bir gün bu kayıtsızlığı bırakıp harekete geçmeleri, hayatın akışını değiştirebilecek bir gücü sağlayabilir, fakat geçmişten günümüze buna umut bağlayan siyasi düşüncelerin her seferinde hayal kırıklığına uğradıkları da bir gerçek.İdeolojik güncellemenin yapılmaması,mücadele argümanlarının geliştirilmemesi buna sebep denilebilir.
Bugün bütün dünyayı bir felakete sürükleyen ekonomik savaşlar, yeniden yükselmeye başlayan ırkçı ve faşist ideolojiler, dünyanın değişik bölgelerinde ortaya çıkan savaşlar,emperyalist müdahaleler, insanların yerlerini yurtlarını bırakıp göç etmek zorunda kalıyor olması, hem dünyaya hem insana karşı daha da vahşileşen kapitalizm… hepsi gözlerimizin önünde gerçekleşiyor
Umarım ki kitleler bir gün bu kayıtsızlığı bırakıp harekete geçecekleri, ve hayatın akışını değiştirebilecek bir gücü sağlayabilir,bunun yolu kayıtsız kalmamak duyarlılıkta ısrarcı olmaktır.Kayıtsızlığı yok edecek güçte umut verecek örgütlenmelerdir.

Yorumlar
Yorum Gönder
Burdan Yorum Yapabilirsiniz